25 Temmuz 2012 Çarşamba

Süreya'ya





Tanrı bin birinci gece şairi yarattı,
Bin ikinci gece Cemal'i,
Bin üçüncü gece şiir okudu Tanrı,
Başa döndü sonra,
Kadını yeniden yarattı.
                       -Ülkü Tamer
                                        

18 Temmuz 2012 Çarşamba

LÜTFEN!


Biz farkında olmadıkça, bir ses vermedikçe bizi de ceplerine atacaklar! Uyumayın. Uyumayalım.
Yok olmaya izin vermeyelim.

Aşk-ı Hürrem

Tatil boyunca hiç durmaksızın dinlediğimizden bana Bodrum'u hatırlatan şarkı, Can Atilla'dan:


Aslında Bodrum'la hiç ilgisi yok elbette.
Hürrem'den, Hürrem Sultan'dan bahsediyor şarkı.


"Esir gemisinin rıhtımından kendini sonsuz sulara bırakmak istedi, ama sadece umutlarını ve hayallerini attı karanlıklara. Rogatina’dan, ailesinden asırlar önce kaçırılmış gibi hissetti kendini, sonra annesinin sesi geldi kulaklarına. Issız gecede parlayan dolunaya baktı. Annesinin ninnisiyle dolunayın şevkatli kollarında sonsuza dek uyumak için yumdu gözlerini."


O güçlü yüzün, hırslı bakışların ardında; gözbebeğinde yok muydu sizce küçük bir kız çocuğu?

FD- Yüzün

Bazen öyle şarkılar, öyle şiirler, öyle sesler olur ki duyduğunuz anda olduğunuz yerde durmak istersiniz. Bir yere tutunmak ya da... Devam edemezsiniz yolunuza. Bir çığlık gibi saplanır kalırsınız öylece.

Çok olmaz bana bu. İyi olmalı müzik, sözler iyi olmalı. İkisi birleşip daha iyi olmalı. O yüzdendir son dönemlerde ağzımı büzerek yollarda yürüyüşüm. Her yanda aynı tondan, farklı gibi gözüken ama aynı şeyleri tekrarlayan sözlere sahip şarkılar... Hele şu şarkıyı ilk duyduğumda inanamadım, sözleri tam olarak şöyle:
"Gece bende kalsana
Bi' güzellik yapsana
Kitabına uydursana
Uysa da uymasa da
Acil durum uyansana"!!
Evet, gerçekten bu şarkılar seviliyor. Bu şarkıları yaş sınırı olmadan herkes dinleyip ezberliyor, sonra da iyi örnek olmaya çalışıyoruz. "Müstehcen yazılar yazıyormuş" diye Cemal Süreya'ya olur olmaz laflar edilir, töreye tecavüze karşı yazılan şarkılar yasaklanır ama böyle şarkılar tam gaz devam eder. 
Allah aşkına! Bir söz sanatı, kelime oyunu falan var da ben mi anlamıyorum?
Nerede "Dört nala sevişmek lazım" güzelliği.
Hadi be oradan size. Hadi be oradan!

(...)

İnsanı olduğu yere saplayan şarkı diyordum, değil mi?
Bunu Feridun Düzağaç o kadar iyi başarıyor ki... Hani bir sanat eseri diyemezsin ya da yepyeni bir şey... Ama öyle şiirsel ki sözleri dinlemekten ve kendini üzmekten asla bıkmazsın.
Kafanızın içi, kalbiniz nasıl hiç fark etmez eğer sözler iyiyse, müzik iyiyse o an onu yaşarsınız.
Ben bu şarkıyı her dinlediğimde şarkıyı yaşıyorum, garip.


*sanki şimdi "buralardan gitme" başlayacak, Feridun abi "Çok su verilince ölür ya çiçekler, çok ağlarım çürür gözlerim gidersen eğer .. " diyecek gibi bir his veriyor şarkının başı. "Gitme!" demesini beklerken, o " Kaç kurtar kendini, ben oyalarım... Git. " diyor. Sanki "Git" derken, "Kal" der gibi. Sanki buralardan gitme gibi ,bir devam filmi gibi.
Ancak dinledikçe hazmedilebilen bir şarkı . Zor bir şarkı. Acıtan bir şarkı. 

"Kaç kurtar kendini 
Ben oyalarım... Git! 
İçimde ne varsa sana alışan, 
hiç olmamıştı belki. 
Hayat yalanlar bizi."

Gidebilirsin artık, tutmuyorum ben seni. Zaten biraz misafir gibi, biraz eğreti durmuştu üzerinde bu aşk. Ellerimi çektim üzerinden, hadi git. Hala sende olan kalbimi geri alabilmem imkansız artık, tek bağımız o. Ama gitmek istiyorsan eğer; kaç bana dair, bize dair her şeyden. Kurtar kendini.
Belki de çoktan kurtuldun sen...
Eğer olur da gelirsem aklına, boşver. Düşünme beni, oyalarım ben kendimi. Her nasıl olursa... Sen mutlu ol yeter ki.
Sana alıştığını söylediklerim var ya... Yüreğim, ellerim, gözlerim, tenim... Boşver, hiç olmamış gibi. Hiç olmamıştı belki ... Sen yoksan zaten hiç olmadılar ki ...

"Dilerim güçlüdür zaman,bu acıdan ... "

Dilerim.
Dilerim güçlüdür.
Sana dairleri ve bıraktığın her şeyi silebilecek, açtığın yaraları kapatabilecek kadar güçlüdür dilerim zaman.
Ben inanmam.

"Yağmurdan sonra toprak kokusu yüzün. 
Toprak kokusu yüzün... 
Dokunsam da özlesem de 
aynı hüzün... Aynı hüzün... "

Hani bir kokusu vardır bilir misin toprağın? Hani şu meşhur ' yağmurdan sonra gelen toprak kokusu ' . Hani herkesin bayıldığı... İşte öyle güzel yüzün. Benim çöl iklimime yağmış bir yağmur gibi, kuraklığımın muhtaç olduğu toprak gibi, su gibi... Yağmurdan sonra toprak kokusu gibi...
Yanımda olsan da, uzağımda olsan da... Hemen yanımda, kollarımda olsan ya da yollarca uzak olsan da... Fark etmiyor! Hep aynı hüzün... Aynı hüzün... Yakınken bile uzaksın bana. Kalp atışların, nefes alışın kulaklarımda; sen uzakta... Hüzün hep burada.

" Bir adam bul kendine, 
sana aynalar tutmasın. 
O kadar güzel yüzün... 
İçine bakmasın, 
seni korkutmasın. "

Birini bul kendine, seni aynalarda ölçmesin, sen busun demesin, seni yalnız yağmurdan sonraki toprak kokusu kadar güzel olan yüzün için sevmesin. Seni 'sen' için sevsin... Aynalar tutmasın sana... İçine bakmasın, korkutmasın seni. İncinirim o zaman ben. Seni senin kadar, seni benim kadar sevebilsin.

"Özlesen de arasan da 
kendine sakla... Kendine sakla. 
Herkes, her şey senin olsun 
bir beni yasakla... Bir beni yasakla. "

Kurtardın artık sen kendini, gittin benden. Ama özlersin belki, hani öyle alışmıştık ki... Senin bana yaptığın gibi yapamam ben sana, acı veremem. bilmesen de, olsun...
Eğer üzülürsen bir gün, özlersen beni ya da ararsa bir gün ellerin ellerimi... Sus! Kendine sakla. Hele ağlarsan bir gün, dayanamam bilirsin. Tek damla gözyaşına ömrümü verirdim, bilirsin... Ya da bilmezsin, ne bileyim... Hep başkaları derdin. Sus! Kendine sakla. Yoksa dayanamam gidişine, eksik kalırım. Kalmadım sanki.
Kimi istersen, neyi istersen senin olsun. Yanında olsun her şey. Her istediğin olsun. Bir ben yokum - ki yoktum - , yine olmayayım. Adımı yasakla dudaklarına, hiç hatırlama; bir acıydı, bir aşıktı de, geç. Belki hiç sevmedin gibi. Değerse dudakların başka bir dudağa... Sus! Sakın adımı anma. Herkes, her şey senin olsun... Bir beni yasakla. Tek beni.
Oysa ben seni ...
                                                      -2008 (Yalnızca parçanın kafamda yarattığı hikaye için/ Ergen işi :))

4 Temmuz 2012 Çarşamba

"Halikarnas'ta geçen yaz..."

Boşuna dememişler "Kalbim Ege'de kaldı" diye...
Başını alıp gitmek lazımmış bazen bu yorgun şehirden. Gitmek ve hatta dönmemek gerekmiş bazen.
Ama ne yazık, kökümü salmışım İstanbul toprağına, dönmek gerek.
Döndüm.
Gülümsememe sakladım o güzelim gökyüzünü. Şimdi hadi bak dur çevrene var mı böylesi?
Derin bir nefes... Gökyüzü, ay, deniz. Rakının tadı bir başka...
Ah be Bodrum!






28 Mayıs 2012 Pazartesi

Kocaman Bir Yanlış

Cemal Süreya... Benim için hep farklı bir yerde olan, farklı bakan bir şair olmuştur. Hep başucumda şiirleri durur. Farklı bir aşktır onunkisi. Bu kadar sevdiğimden midir nedendir bilinmez başıma onunla ilgili bir iş geldi bugünlerde. Gerçi olanlar bugünlerde olmamış, ne zamandır öyleymiş de ben bunun yeni farkına varmışım.

Cemal Süreya sevenler muhakkak onun tarzını bilirler, onun şiirini nerede görseler tanırlar ya da onun olmayanı. Hani 20 şiiri vardır, hepsinin sonu "keşke yalnız bunun için sevseydim seni" ile biter. Hepsi de birbirinden güzeldir, hepsi ayrı ayrı dokunur insana. Her neyse, şu an o şiirlerden bahsetmeyeceğim.
Ben itüsözlük yazarıyım, özellikle "ergen" dönemlerimde fazlasıyla aşk içerikli yazı yazmışımdır oraya. 2007 senesindeyse "keşke yalnız bunun için sevseydim" başlığına "uzaklara doğru bir bakışın vardı, keşke yalnız bunun için sevseydim seni" cümlesinin kafamda uyandırdıklarını ve kalbimde hissettirdiklerini yazmışım. http://www.itusozluk.com/goster.php/@1744292

"uzaklara doğru bir bakışın vardı,keşke yalnız bunun için sevseydim seni" der cemal süreya.

ben keşke senin o uzaklara bakan gözlerine vurgun olsaydım, keşke yalnız bu yüzden sevseydim seni. o zaman çok kolay olurdu seni maziye bırakıp gitmek herkes gibi, unutabilmek. ama yalnız bakışların değildi ki beni sana böylesine bağlayan. hem bu fiziksel bir aşk da değildi hiç bir zaman sana duyduğum. biliyorum, eğer öyle olsaydı aylardır yüzünü görmeden senin, yine seninle dolu böyle yaşayamazdım. unuturdum seni çoktan. hep başka bir şey vardı yüreğimi sana tutsak eden, hep ne olduğunu bilmediğim bir şey vardı. ne gözlerindi beni sana böylesine bağlayan, ne o tüm dertlerimi sıkıntımı alıp içimi güzelliklerle dolduran o ilk bahar sabahına benzer gülüşün, ne de cemalin, gül yüzün... sen hep herkesten farklı geldin bana. bilinmeyenli bir denklem oldun sen hayatımda, ne kadar uğraşsam da anlayamadım seni. ya sen? sen hiç anladın mı beni? belki de hiç anlamak istemedin... oysaki gözlerim bu suskun, bu korkak kelimelerimden daha çok şey anlatırdı sana. doğru ya sen benim gözlerimi belki de hiç sahici göremedin, fotoğraflara sığınmıştı eskimiş gülüşlerim. oysaki ben burda capcanlı karşındayım, gözlerimde sen varsın. keşke görebilseydin beni, keşke sevebilseydin beni...
beni eğer gerçekten tanırsan bilirsin bir şekilde; severim kelimeleri de korkarım çoğu kez, sahibinden saklarım vuslata ermiş, bir bütün cümle olmuş o kelimeleri. beni tanırsan biraz olsun bilirsin aslında kimsenin ne bakışına gönül veririm, ne de toprak olup gidecek olan bedenine. senin de "uzaklara doğru bir bakışın vardı, keşke yalnız bunun için sevebilseydim seni."
uzaklara bakan bakışların vardı, seviyordum bakışlarını. ama sende sevdiğim hiç yalnız bakışların olmamıştı. onca zamana rağmen hala bilmediğim ve 5 günlük aşklara inat hala sende olan yüreğimi sana bağlayan bir şeyler vardı sende. ve serde öyle çok söz vardı ki; korkak...
ben senin varlığını sevdim. en büyük yalnızlığımı sende yaşamış olmayı, göz yaşlarımı uğruna dökmüş olmayı, sana dair her şeyi... yüreğini sevdim en çok da ben,y üreğime dokunan o yüreğini.
sen belki de yalnızca sevilmeyi sevdin, bense en başından beri yalnızca seni. keşke seni değil de öyle uzak uzak bakışlarını sevebilseymişim, o zaman böyle yorgun düşmezdim. kolay olurdu bir çırpıda silip atabilmek ya da unutabilmek, yok edebilmek sana dair her şeyi. "seni sevmekten değil, kaybetmekten korkarım..." diyen şarkılar dinlemezdim bir de hiç.
uzaklara doğru bir bakışın vardı,keşke yalnız bunun için sevseydim seni..."

keşke!..

Yazdığım yazı bu. ( Tüm görünüşleriyle yazmak istedim ki yanlış olmasın. 2010 senesinde yazıyı noktalama işaretlerini düzeltmek sebebiyle editledim. Bunu da sözlük kurucularından öğrenebilirsiniz sanırım.)
Yalnız komiktir ki bir çok sitede, blogta Cemal Süreya (hatta Cemal Süreyya) imzasıyla yayınlanmış. Bu kadar sevdiğim ve saygı duyduğum bir insanın yazısı sanılması benim için elbetteki çok onur verici bir durum, fakat Cemal Süreya'nın tarzına asla uymadığından onun için aynı durum söz konusu bile olamaz. Az biraz Cemal Süreya okumuşsanız bunu bilirsiniz. O bir İkinci Yeni'cidir ve söyleyişlerinde sanat, semboller hakimdir. Oysaki bu yazı ergenlik çağlarında birinin yazdığı sanatsız, dolambaçsız duygu aktarımından başka bir şey değil. Onu tanıyanlar bunu onun yazmadığını zaten okur okumaz anlamışlardır, anlayacaklardır.

Yani diyeceğim o ki, Cemal Süreya'ya saygıdan lütfen onun gibi lanse edilmesin bu. Yakışmıyor.

Hiç okumadan, araştırmadan bir şeyleri kabul etmek hele... Keşke biraz sorgulayabilse herkes, değil mi? İşte bu yüzden böyle günlere kaldık.

Sevgilerle.

18 Mayıs 2012 Cuma

İnsan!


"Hoş geldin bebek!
Başındasın her şeyin.
Bebeksin işte!
Dünya'nın bütün bebekleri aynı şekilde ağlar,
aynı şekilde doyar.
Tadını çıkar.
Belki Muhammed olur adın.
Belki Musa.
Belki İsa.
Boyun 2 metre olabilir.
Saçın sarı
Gözün siyah
Belki de esmer olursun.
Belki kısa.
İşte o zaman bebek demez kimse artık sana.
Kadın ya da erkek olursun
Ya da bambaşka
Başını aç derler
Ya da kapa!
Sev ama sakın dokunma.
Bu beden senin değil nasıl olsa
Sen çalış!
Sen doğur!
Sen savaş!
Sen sus!
İstedikleri gibi olmazsan öldürebilirler seni!
Töreler daha değerliymiş gibi hayattan!
Herkes eşittir!
Ama göreceksin,
Bazıları daha eşittir hayatta!
Şaşırma,
Burası tuhaf bir dünya!
Gülümse yine de.
Büyüdüğünde kim olursan ol
Eşit yaşaman için çalışan insanlar var burada!
Gülümse bebek.
Gün gelecek, herkes sana sadece insan diyecek."


Şimdiye kadar en çok etkilendiğim reklam filmiydi bu. Yapanlara helal olsun.


15 Mayıs 2012 Salı

Sonrası yok.

Uzun zamandır adam gibi yazamadığımı fark ettim. Önceden ellerimi klavyenin üstüne koyardım ve dökülürdü kelimeler. Bazen uzun, bazen kısa... Ama olurdu işte, bunun gibi değil.
Hisleri dökmekte mi zorlanıyorum yoksa artık bir şey hissetmek mi zor? Ya da hiçbiri değil de başka meseleler mi kurcalıyor beynimi?
Çok düşünüyorum aslında şu sıralar. Bir yandan okul yoruyor, bir yandan olup bitenler.
İçinde suçsuz öğrencilerin yargılandığı, yıllar hapis giydiği bir mahkemenin olduğu okulda okuyorum. Bir yanda "özgürlük" diye bağıran insanlar/ suratsız polisler, bir yanda Starbucks'ta oturmuş kahvelerini yudumlayan okulumun öğrencileri. Ben dersime koşuyorum, aklım etrafı polislerle kuşatılmış o kalabalığın arasında ve kafamda onlarca düşünce.
Sınıfları Starbucks'a dönüşmüş bir okulda okuyorum.
Derse koşuyorum, dersten kalmamak için koşuyorum. "Özgürlük!" diye bağıramıyorum. Özgürlük kısıtlı. Özgürlük birilerinin istediği kadar.
Az sonra ben dahil herkesin elinde akıllı telefon olan bir sınıfa gireceğim.
20 yaşında bir genç az sonra 11 yıl hüküm giyecek.
Arkadaşlarım bunu Galatasaray'ın galibiyet haberleri arasında fark etmeyecekler bile. Etseler bile ne olur ki?
Ben fark ettim de ne oldu ki?
Tiyatrolar perdelerini kapatacak. Cebinde kocaman çek defterinden başka bir şeyi olmayan bir adam belki gelecek "bu oyunu oyna!" diyecek. Koca sanatçılar işsiz kalacak.
Ben yine sınıfları Starbucks olmuş okuluma gideceğim.
Sonra?
Sonrası  yok işte,  kendi kendime düşündüm. Hepsi bu.

13 Mayıs 2012 Pazar

Tanı kendini
























Tiyatro
Müzik
Nazım Hikmet
Cemal Süreya
Kedi
Küçük Prens
Barış
Sinema
Yazı
İstanbul
.
.
.
10 kelime ve ben.

12 Mayıs 2012 Cumartesi

Uykular

Sakiniz,
kendimizi geceye bırakalım...
Bir kadeh gökyüzü içmeye var mısınız?
Aşka, "o"na.





Gece uyumuyor,
İçim uyumuyor.
Yanındayım,
Gökyüzü kadar sonsuz.
Canım.
Dünya'da yaşıyoruz aslında, Türkiye'de değil.
Her yer, her şey bizim aslında. 
Sınırda duruyorsun, hani "ülke"ler var ya; sınırlar var. Elini uzatsan başka bir ülkedesin, ama pasaportun yok; geçemezsin!
Dünya'da yaşıyoruz biz, bu toprak Dünya toprağı! Vatan dediğin bu Dünya.
Bir avuç toprak için bin tane cana kıymak neden?
Başka bir "millet"ten diye, ten rengi başka diye, başka bir dili konuşuyor diye insanın insana kıyması neden?
Bu "sınır" telaşı, bu hırs neden?!
Aynı doğuyoruz, farklı büyüyoruz. Tek suç büyümek mi yani?
Hiçbirimiz büyümeseydik, daha güzel bir yer mi olurdu Dünya?

"Kazandık!" diyoruz, "fethettik!"
Kimin yurdunu kim alıyor, kim kazanıyor, kim kaybediyor ey Dünyalı!
Uyan artık!

Beynimizi kim yıkıyor bizim?
Kim düşman ediyor bizi bize?
Evladını, kardeşini nasıl vurdurabiliyor o "töre?"
Töreniz batsın!
Milyonlarca ışığı nasıl söndürebiliyor, zamanı nasıl durdurabiliyor o para?
Paranız batsın!
Senle aynı düşünmüyor diye nasıl o gencecik boyunları kırdırabiliyor o lanet olası düşünce?
Düşünceniz batsın!
Nasıl oluyor da oluyor aynı Tanrı'ya inanırken bütün bunlar?
Nasıl oluyor da artık dirinin dedikodusunu yapmayı bırakıp ölüye uzanıyor bütün bu diller?
Benim inandığım Tanrı bambaşka, "oku!" diyor benim Tanrı'm.
Sizin tanrınız batsın!
Sorgulamadan kabul eden zihinleriniz batsın!
Barışla yaratılmış Dünya'yı parça parça bölüp üstüne bayrak dikip bize "vatan bu" diyen açgözlülüğünüz batsın!
Siz yaptınız bunu, siz yaptınız.
Sizin düşmanlığınız, sizin insanlığınız.
Sizin yüzünüzden, sizin "vatan" dayatmanızdan yatıyor işte her bir karış, her vatan toprağında bir genç beden
Türk?
Kürt?
İngiliz?
Fransız?
Ermeni?
Sırp?
...
Hepsi şehit, hepsi şehit.
Hepsi çocuktu, hepsi insandı.
Neden tek bir taraf tuttunuz?
Siz doğurmadınız diye mi, siz büyütmediniz diye mi?
Neden taraf oldunuz?
Neden barışı böldünüz?
Sınırları neden koydunuz?
İnsanlığınız batsın!
"Burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi."
                                                    -Tezer Özlü

11 Mayıs 2012 Cuma

Yolunda değiliz,
Yolundan çıkmış bir insanlığız.
İnsan mıyız?
Kardeşini öldüren,
Aynı bedende iki olmaya çalışan,
Kendi yüzünden başkasını görmeyen,
Hesap vermeyen,

Görmeyen,
Duymayan,
Konuşmayan...

İnsanlık!